19 Mayıs 2015 Salı

Eğri Oturup, Doğru Konuşalım mı?

Bir süre önce bu sayfalarda Rakamların Dili Olursa başlığı altında bazı rakamlar paylaşmıştım. Orada anlatmaya çalıştığım aslında Beşiktaş'ın kadrosunun ve oyuncularının bizim şişirdiğimiz kadar iyi olmadıklarıydı.


Buna rağmen şampiyon olabilirdik tabii ki. Olmadı, çünkü dananın kuyruğu kopmaya yaklaştıkça işler zorlaştı, takımlardaki tecrübeli ve winner oyuncuların öne çıktığı virajlardaydık artık. Beşiktaş'ta kariyerinde şampiyonluk yaşamış yada bu tip finallere alışık kaç oyuncu var acaba? Demba Ba, Sosa, Atiba, Serdar ve Sivok dışında kimse yok.

Bir bu handikaplara hakemlerin bitmek bilmez Beşiktaş aleyhtarlığı eklenince yarıştan kopmamız engellenemez bir hal aldı. Ligi her anlamda bitirdiğimiz Torku Konyaspor maçını izlerken bende birçok Beşiktaşlı gibi başta Slaven Bilic olmak üzere birçok kızacak adam gördüm sahada. Maç bitiminde öfkem tavan yapmış ve BEŞİKTAŞLILIK genlerinden ileri gelerek ( Beşiktaşlılar deli gibi sever ve döver ) Slaven Bilic'i İstanbul'a bile dönmeden Ankara'dan köyüne yollamıştım. Taa ki Slaven Bilic'i Lig TV röportajında üzgün, yalnız ve tükenmiş görene kadar. Şok etkisi yaşadım o röportajda duygularımla, mantığım savaşa tutuştu adeta. Duygularım Bilic kalmalı, mantığım gitmeli diyordu.

O an "kimse bizden umudumuzu söküp alamaz" diyen adamdan eser yoktu ekranda. Çünkü ne kadar yalnız olduğunu anlamıştı artık. Lobisi olmayan, Başkanı ve yönetimi olmayan bir camiayı tek başına taşıyabileceği yere kadar taşımış ama yaptıklarını yetersiz görmüş birisi vardı ekranda. O andan itibaren gerçekten, aslında kim gitmeli diye uzun uzun düşündüm. Geçtiğimiz günlerde incelediğim mali verileri de hesaba katarak gitmesi gerekenin öncelikle Bilic değil, Hentbol hariç tüm sportif branşlarda başarısız olan Başkan Fikret Orman ve yönetimi olduğuna kanaat getirdim.


2 senedir takımın başında olan Slaven Bilic bu sene İngiltere'nin köklü ve güçlü takımlarına karşı bu kadroyla başa baş mücadeleler sergiledi ve Arsenal'e Londra'da 1-0 yenildiğimiz maç hariç hep istediğini aldı. Bu takım sezonu Temmuz'un başında açtı ve ben o tarihte sezon açan kimsenin başarılı olduğunu görmedim. Yine bu takım bu sene Dünya Turu kadar mesafe katetti maçlarını oynamak için. Rakiplerinden biri halen daha kırmızı kart nedir bilmezken 10 kere kırmızı kart gördü. Bir diğer rakibi sene başında defalarca yarıştan kopacakken inanılmaz penaltılar verilerek yarışın içinde tutuldu.

Derbilerde başarısız olduğu dile getirilen Slaven Bilic'in nedense her derbide veya öncesinde başına gelen HAKEM saçmalıkları görmezden gelindi. Tecrübesiz oyuncu grubunun bir türlü finalleri kaldıramaması unutuldu. Kendi sahalarında ve tecrübeli oyuncularıyla hakem ve rakiplerinin kıyaklarıyla şampiyonluk yarışında Beşiktaş'ı geçenler şimdi başarılı oldu!

Slaven Bilic tabii ki hatasız, kusursuz veya mükemmel değil. Ama dediğim gibi bu takımdan gitmesi gereken de öncelikle o değil. Tecrübesiz ve belli bir seviyenin üstüne çıkamayan nice oyuncular var bu kadroda. Belki gelişimleri sürecek ve büyük yıldızlar olacaklar. Kerim Frei, Gökhan Töre, Günay Güvenç hatta vitaminsiz Oğuzhan bile. Bana göre Bilic'in en büyük hatası takımı motive etmekte ve oyuncuları anlamakta kendisine yardımcı olabilecek bir Yerli teknik adamı kulübede istememesi.

Tabii ki Beşiktaş'tan gidecekleri yada kalacakları biz belirleyemiyoruz. Yapabileceğimiz tek şey şimdilik Beşiktaş için hayırlısı neyse onu dilemek.

Taraftar içinde iki kelam etmezsek tam olarak doğru konuşmuş olmayız. Özeleştiri ve geçmişten ders alma erdemlerimizi geliştirmeliyiz. Efsane başkan Süleyman Seba nasıl gönderildi hepimizi biliyoruz, gönlünü alabildik mi o bile meçhul ve aramızdan ayrıldı. Zamanında Serdar BİLGİLİ yalan, yanlış da olsa küfürleri öne sürerek kaçtı, gitti. Biyolojik hata Yıldırım Demirören yine taraftarla kanlı bıçaklı şekilde gitti ve verdiği zararlar hala kapatılabilmiş değil.

Slaven Bilic'e küfür etmenin alemi neydi? Siz Ersun YANAL, Şenol GÜNEŞ yada LUCE olsanız gelirmisiniz böyle bir camiaya hoca olmaya? Bilic beğenin yada beğenmeyin 2 yıldır imkansızlıklar içinde bu takım için birşeyler yapıyor. Finale 3-4 hafta kalana kadar şampiyonluk adayıydı. Avrupa'da bahar aylarına kadar geldi kendi ve bazı oyuncularının hataları olmasa belki finallere kadar gidebilirdi.

Küfür ve şiddet bize hiçbir zaman kazanç sağlamadı. Deli gibi sevmenin de, sövmenin de hiçbir anlamı yok. "Beşiktaş'a her zaman nasıl daha faydalı oluruz?" derdinde olsak kafidir. Fazlası hem Beşiktaş'a, hemde kendimize zarardır.

KAYBETTİĞİMİZ ŞAMPİYONLUK OLSUN, DEĞERLERİMİZ, KİMLİĞİMİZ DEĞİL!

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Kazanmak için risk ve yaratıcılık

2014-2015 sezonu futbol olarak vasatın altında olsa da, heyecan bakımından oldukça keyifli geçiyor. Finale yaklaştığımız haftalardayız artık ve Beşiktaş'ımız yeni bir kritik maç olan Trabzonspor deplasmanında. Üstelik Veli, İsmail ve Tolga sakat, Necip ve Serdar ise kart cezalısı. Bunun yanında yabancı sınırlaması ise Bilic'i oldukça zorluyor kadro kurmakta.

Atiba'yı defansa çekip Sivok ile göbeği kursa, 4 yabancıyı defansta kullanmak zorunda kalacak ve ön alanda sosa-demba ba seçimini yapmak zorunda. Demba Ba'nın her haliyle, her zaman tehdit olduğu düşünüldüğünde ve ölü haliyle bile rakipten 2 yada 3 kişiyi nöbette tuttuğundan ondan vazgeçemeyiz. Sosa ise bel sakatlığı öncesi arz-ı endam ettiği tangocu maestro kimliğini tekrar kazanmış görünüyor son maçlarda, ondan da vazgeçemeyiz.

O zaman ne yapabilir Bilic? Bunu kestirmek gerçekten güç. Belki inadım inat diyecek ve son maçlardaki 4-4-2 ile maça çıkacak, belki de önce savunma diyerek sezonun büyük bölümünde tercih ettiği 4-2-3-1 ile maça çıkacak ve Sosa yada Demba Ba'dan birinden fedakarlık edecek.

Biz tabii ki kısıtlı yeteneklerimiz çerçevesinde fal bakmak yerine "ben olsam ne yapardım?" diyeceğiz. Kazanmak için doğru yer ve doğru zamanda risk almalı ve yaratıcılık sınırlarımızı zorlamalıyız. Amerikalı komedyen Milton Berle'nin dediği gibi “Şans kapıyı çalmıyorsa, belki de bir kapı yoktur. Bir kapı inşa edin.”

Ben olsam bu maçta Joker Olcay'ı savunmanın sağına çeker, Trabzonspor'un duran top etkinliğini göz önüne alarak da Atınç hamlesini düşünürdüm.

football formations

Peki, neden böyle bir kadro ve diziliş? çünkü bu kadro ve diziliş oyun içinde diziliş ve mantaliteyle oynama imkanı verebilir bize. Örneğin dizilişi aşağıdaki gibi 3-6-1 yaparak orta saha üstünlüğünü ele alabilir, hücuma yerleştiğimiz anlarda rakibin önlem alması için Demba Ba harici Sosa-Kerim Frei ve Gökhan Töre alternatifleriyle hücum zenginliği kazanabiliriz. Veli'den yoksun olan orta sahaya Joker Olcay koşu ve mücadele gücüyle ilaç olabilir. Tolgay ve Olcay orta sahadan, hücuma derinlemesine paslar gönderebilir, sağda Töre-Sosa, solda ise Kerim-Motta rakibi zor durumlara düşürebilirler.

 football formations

Bunları ben demiştim demek için yazmıyorum. Bunlar, benim teknik direktörümüzden beklentilerim. Biraz da heyecanımın dışa vurumu. Büyük takım hocaları zaman zaman risk alır, yaratıcılıklarını ortaya koyar ve şans da yanlarındaysa kazanırlar. Beşiktaş'ımız takımıyla, hocasıyla, yönetimiyle ve cefakar taraftarıyla çok uzun ve yorucu bir yıl geçiriyor. Bunca cefanın sonu başarı olmalı. Bunca emek ve alınteri şampiyonlukla taçlanmalı. İnşallah emeklerimiz karşılıksız kalmaz ve sonuna kadar hakettiğimiz şampiyonluğu bu sene kazanırız. Ve bu şampiyonluk gelirse değil Beşiktaş, değil Türk futbolu, dünya futbol tarihine altın harflerle yazılır. Çünkü bu takım iki senedir stadı olmaksızın, kıt imkanlarla ve türlü hakem hataları ve kasıtlarına rağmen geldi buralara. Bu saatten sonra artık ne zor var Beşiktaş için, ne de imkansız.

Tam yerinde

Bir gün değil, her gün istersen olur. 
Tayfun Topaloğlu

13 Nisan 2015 Pazartesi

Kulübedeki Yerli Teknik Adam Eksikliği ve Motivasyon

Slaven Bilic Beşiktaş'ımızda göreve başladığından beri kimi zaman öneri olarak, kimi zaman ısrarla "yerli yardımcı antrenör" tekliflerine maruz kalmış ve her defasında inatla karşı çıkmıştır. Bu inadın kendince muhakkak mantıklı açıklamaları vardır. Biz ise maalesef bunun nedenini bilemediğimizden klasik bir "inat" olarak ele alacağız bu durumu. (spor medyası ve muhabirler gerçek habercilik yerine dedikoduculuğu seçtiğinden dolayı)

Peki bu kulübedeki yerli teknik adam gerçekten bir eksiklikmidir buna bakalım. 2014-2015 sezonunda Beşiktaş'ımızın yaptığı maçlara baktığımızda Arsenal, Liverpool ve Tottenham gibi ligimizde oynasalar her sene şampiyon olacak takımlara karşı akıl ve güçle birlikte çok iyi maçlar çıkardık. Gördük ki Beşiktaş bu oyun kalitesi, disiplin, akıl ve beraberindeki cesaretle oynarsa ligi erkenden şampiyon olarak bitirebilir. Ancak derbi maçlarımıza baktığımızda evdeki hesap, çarşıya uymadı. Aslında bizim hesabımıza göre çarşıya uymayan tek şey bence motivasyondan başka birşey değildi.

İngiltere'nin önde gelen takımlarına karşı başa baş oynayan, hatta saf dışı bırakabilen takım nasıl olurdu da Spor Toto Süper Lig'in takımlarına diş geçiremez. Hakem faktörü ve Beşiktaş'ın sürekli doğranması şöyle dursun (itirazım yok, bu doğru) bu maçlarda Beşiktaş'ımız rakiplerine kendi oyununu hiç kabul ettiremedi. Oysa ki Beşiktaş kendi oyununu oynadığı sürece rakiplerini rahatlıkla saf dışı bırakabilir. Burada benim aklıma gelen motivasyon eksikliğinden başka birşey değil.

Hiçbir zaman tasvip etmesem de Galatasaray'ın ve Milli Takım'ın başarılarında Fatih Terim'in motivasyonlarının etkisini görmezden gelmek mümkün mü? Yine asla tasvip etmeyip, asla Beşiktaş'ta görmek istemeyeceğim Sinan Engin'in 100. yıldaki başarımızda etkisi gözardı edilebilir mi? Son Kadıköy zaferimizde Rıza Çalımbay takımı nasıl hazırlamıştır ki, 10 kişi ve kalecisiz kalmamıza rağmen son dakikaya kadar galibiyet kovalayabilmişizdir? Mustafa Denizli son şampiyonluğumuzda demeçleri ve takım içi ilişkilerini nasıl satranç hamlesi gibi yerli yerinde yapmıştır ki koptu kopacak bağlar şampiyonlukla perçinlenmiştir?

Slaven Bilic son derece sevdiğim, değer verdiğim bir teknik adam. Lakin kendi gelişimi açısından özeleştiriyi öğrenmeli ve yanlışlarından dönmeyi becerebilmeli. 25 kişilik bir oyuncu grubuna belli ki yetmiyor Bilic'in bazı özellikleri. Oyuna müdahaleleri ve sahaya süreceği 11 seçimlerinde ciddi yanlışlar yapıyor ve bunlar Beşiktaş'a pahalıya mal oluyor. Motivasyon ve oyuncu kazanma gibi özelliklerinde sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Oğuzhan Özyakup aylardır düzenli bir düşüş içerisinde ve yok olmak üzere. Kerim Frei bir ara saman alevi gibi parladı ve söndü. Bu oyuncuları motive edecek hiçbir şey yok mu gerçekten? Muhammed Demirci Messi olarak ortaya atıldı, şimdi nerede, ne yapıyor bilen yok! (Gaziantep BŞB'nin U21'inde oynuyor şuan)

Bu çocukların yetenekleri tartışılmaz ve Beşiktaş'ın değeri bunlar. Ama değerlerini gitgide yitiriyorlar ve buna dur diyen yok Beşiktaş'ta.

Motivasyon kelime anlamı olarak "bir şeyleri yapma arzusudur". Üç temel parçası ise harekete geçme, ısrar ve yoğunluk olarak tanımlanır. Bir Çin atasözü der ki "inciler kumsalda bulunmazlar, eğer bir tane istiyorsan onun için dalmalısın" bu ve benzeri yüzlerce motive edici söz mevcut. Yıllık garanti ücret olarak milyon avrolar verdiğin futbolcuya yaşam koçu tutmak çok mu pahalıdır acaba?

Uzun ettim farkındayım, lakin yukarıda bahsettiğim problemler Beşiktaş'ımızda mevcut ve acil tarafından çözüme kavuşturulmalı. Bu çözümler teknik kadroya katılacak yerli antrenörle de olur, bazı futbolculara yaşam koçu tutarak da olur. Öncelikle Slaven Bilic inadından vazgeçmeli ve yönetim harekete geçmeli.

7 Nisan 2015 Salı

Rakamların Dili Olursa



2014-2015 sezonunun 26. haftası geride kalırken, "neden başaramıyoruz?" sorusu yöneltti beni bu araştırmaya.

İstatistikler!

Demba Ba adına şarkılar yazılırcasına sevilirken ve kariyer rekorunu kırarken, Gökhan Töre yine kariyerinin en parlak günlerini yaşayıp Avrupa devlerinin dikkatini çekerken Beşiktaş olarak biz neden başaramıyoruz ?

Öncelikle kazandığımız skorların istatistiklerini paylaşalım.

2014-2015 sezonu Beşiktaş​ Futbolcu İstatistikleri
Demba Ba 15 Gol 5 Asist
Olcay Şahan 7 Gol 4 Asist
Gökhan Töre 4 Gol 4 Asist
Kerim Frei 3 Gol 1 Asist
Jose Sosa 3 Gol 5 Asist
Cenk Tosun 3 Gol
Mustafa Pektemek 2 Gol
Ramon Motta 1 Gol 2 Asist
Atiba 1 Gol 3 Asist
Veli Kavlak 1 Gol
Oğuzhan 1 Gol 2 Asist
Opare 1 Gol
Serdar 1 Asist
Ersan 1 Asist
Necip 2 Asist

Burada rakiplerimizide göz önüne aldığımda dikkatimi çeken şey, defans ve merkez orta saha oyuncularımızın skora yeterince katkı yapamaması oldu.

42 golümüzün sadece 5'ini defans ve merkez ortasahalarımız attı. Fenerbahçe'de bu sayı 17, Galatasaray'da ise 10.

Beklerimiz yada kanat forvetlerimizin asistlerini karşılaştıracak olursak da Beşiktaş'ımız burada 12 gibi bir sayıya ulaşmış. Rakibimiz Fenerbahçe'de bu sayı 18, Galatasaray'da ise 17.

Tüm bunları gözönüne aldığımızda, yanına Slaven Bilic'in yanlış kadro seçimleri ve oyuna olumlu müdahale edemeyişlerini eklediğimizde bulunduğumuz sıra olarak şanslı bile sayabiliriz kendimizi. Velhasıl kelam futbol matematik değildir, ama matematik futbolun içinde önemli bir yer tutar ve önemli ipuçlarına ulaşmamızı sağlar.

Beşiktaş olarak her zaman hakemleri haklı olarak suçlarız ancak bunu yaparken yanlışlarımızı da çoğu zaman sümen altı ederiz istemeden.

BİZ BEŞİKTAŞ OLARAK YAPMAMIZ GEREKENLERİ YAPARSAK, HAKEMİ DE YENERİZ!

26 Mart 2015 Perşembe

Taraftar mı, Müşteri mi?

Taraftar mı, Müşteri mi?

UEFA Avrupa Ligi son 16 maçında yaşadığımız hüsran neticesinde ortaya çıkan tartışmalarla düşünmemiz ve karar vermemiz gerekenlerden biridir bu soru. Taraftar olsak olmuyor, müşteri olsak olmuyor. Başkan, yöneticiler ve bu işin profesyonelleri olan futbolcu ve teknik adamlara sorarsan ürün, bilet, kombine almaya gelince müşteri ol, tribüne gelince de taraftar ol. Yani parayı ver, alkışla, öv ama hesap sorma, tenkit etme. Öyle bir sistem artık yok maalesef. Büyüklerimiz hatta bizim jenerasyonumuz da bu kültürle yetişmedik tabii ki. Bizler ve büyüklerimiz her şartta takımın, hocanın ve futbolcuların yanında olmayı öğrendik. Tenkit etmenin de yerinin stadyum olmadığını, icabında tesislere gidip yakinen diş göstermenin yeterliliğine inandık hep. Ancak artık ne o zaman ki gibi boş sözleşmeye imza atan futbolcular var, ne de istediğimiz zaman gidip “ne oluyor beyler?” diyebileceğimiz bir tesisimiz var. Endüstriyel futbol gerçekleri içinde duygusallığa yer yok! Futbolcu ve teknik adamlar sözleşme imzalarken duygusal davranıyorlar mı sizce? Yoksa herkes düşünmesi gereken maddi yada gelecekle ilgili planlarını mı göz önüne alıyor? Taraftar dün yuhalamakta sonuna kadar haklıdır. Destek iste taraftar destek versin, forma al de forma alsın, bilet-kombine vs. de hepsine karşılık versin. Stadın yok, her yerde peşine takılsın ama iş tenkit etmeye gelince “taraftar kaybetti!”, hayır efendim taraftar kaybetmedi. En azından dünkü tepkisi için kaybetmedi. Sözleşme zamanı profesyonel olanlar bilmeli ki, profesyonel hayat böyle bir şey. Beşiktaş rehabilitasyon merkezi değildir! Herkes üzerine düşeni eksiksiz yapacak, ondan sonra mahrum olduğu şeyler varsa şikayet etmeye kalkacak. Sayın Bilic ( ki öz abim gibi severim kendisini ) yanlış kadro seçimi ve oyuna müdahale etmemesinin cevabını yada mazeretini söyleyecek ondan sonra da “taraftarı neden anlamadığını” tekrar düşünecek. Tolga Zengin beylik laflarla adamlık, insanlık portresi çizerken, geldiğinden beri hangi maçta Beşiktaş’ı kurtarabildiğini düşünecek ve ondan sonra kendisine tepki gösterenlere kızacak. Biz dünkü maçı 1-1’den sonra kaybetmedik, kadrolar açıklanırken kaybettik. Çünkü staddaki bir çok taraftar yanlış kadro seçimiyle şaşkınlık içindeydi. Şans ve özel yetenekle kazandığımız gol sonrası ise oyuna müdahale etmeyen Bilic ve öne çıkıp topu almak daha kolayken, kalesine doğru gerileyen Tolga sayesinde az olan umutlar iyice tükendi ve birikmiş enerji patladı tribünde. Yuhalamalar sadece Mustafa Pektemek’in oyununa değil, hak etmeden ona 1.4 milyon avro garanti ücret veren yönetimeydi aynı zamanda. Sahi türk lirasına ne oldu da bu sözleşmeler yine avro üzerinden yapılmaya başlandı? Yabancı sınırı kalkmışken, dünyada muadillerini yarı fiyata bulacağımız oyuncularla fahiş fiyatlara sözleşme yenilemek neyin nesi? Velhasıl kelam Beşiktaş’ımızın “sözde” doğum gününde yaşanan patlama sadece bir maçlık yada bir anlık hatalara olan karşılık değil bir birikimin dışa vurumuydu. Futbolcular ve teknik heyet umarım yanlışlarının farkına varır ve haftasonu oynanacak hayati önemdeki derbiye gereken özeni gösterirler. Aksi halde bu sezonda erkenden bitecek. Başkan ve yönetim ise müşteri olarak gördükleri taraftarlarına günü ve yeri gelince hesap vereceklerini unutmamalılar. BEŞİKTAŞ’IN SAHİBİ TARAFTARIDIR !

4 Ekim 2011 Salı

hak etmek ve hakkını verebilmek

Oldum olası BEŞİKTAŞ tribünlerinde gördüğüm ve maalesef çabalarıma rağmen düzeltemediğim bir şeydir bu aslında.

Hak etmek ve hak edenin hakkını verebilmek. Maç öncesi takımımız ısınmak için sahaya çıkar ve çok ekstrem bir gelişme olmamışsa geçen hafta, sürekli takımın en popülerleri başta olmak üzere oyuncular tribünlere çağrılır ve manasız bir yumruk şov yaptırılır.

Yani o adam geçen hafta nasıl oynamış, bu sevgiyi (bence ayrıcalığı) hak etmiş mi hiç önemli değil.

Sürekli demişimdir ki madem bu tek tek oyuncu çağırma olacak, geçen haftanın en iyileri öncelikli çağrılmalı tribüne. Böylece popüler futbolcular onlara gösterilen sevginin başlıca nedeninin BEŞİKTAŞ olduğunu ve BEŞİKTAŞ FORMASI'nın hakkını vermeden o çok hoşlarına giden ilgiyi çekemeyeceklerini bilirler.

Bana kalsa takım toplu halde çağrılmalı, mesaj verilmeli yada alkışlanmalı, adamlar sonra ısınmalarına devam etmelidir. Takım ısınmaya çıkmış ama fırsat bulabilirse ısınacaklar !

Konumuz BEŞİKTAŞ olduğuna göre başkanımız olacak DEMİRÖREN HZ. değinmeden olmaz tabii ki. Onu da hak ediyoruz maalesef. Hak etmesek başımıza geçmez, geçse bile bu kadar kalamazdı. Eğer enine boyuna düşünür ve "neden bu adam hala başımızda?" diye kendimize sorup yüreklice cevabımızı verirsek sorunun çözümü için ilk adımı atmış oluruz diye düşünüyorum.

Kula bela gelmez HAK yazmadıkça; HAK bela yazmaz Kul azmadıkça!

ne kadar güzel bir sözdür ! biz büyük yanlışlar yaptık ki bugünleri yaşıyoruz. Yoksa durduk yere bu devran da hiç bir yaprak kıpırdamaz benim inançlarıma göre.

UMARIM CAMİAMIZ HER ŞEYİN EN GÜZELİNİ HAK ETMEK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPAR VE YİNE UMARIM Kİ CAMİAMIZDA HAK EDENLERİN HAKKI ER YADA GEÇ TESLİM EDİLİR.

SİYAH KADAR ASİ, BEYAZ KADAR ASİL YARINLARA...

30 Nisan 2011 Cumartesi

Kuruluşumuz ve Kurtuluşumuz

Posted on March 16, 2011 by suatmeral

giden hoca, gelecek hoca gibi konular içinde değer bulacak mı bilmiyorum ama bunları yazmak istedim.

galatasaray’lıların fena bir saçmalaması vardı ama yaratıcılık bakımından takdir etmek gerekir. “galatasaray TÜRKİYE’dir” demişlerdi ve saçmalamışlardı. ama gerçek olan ve birbirine fena halde benzeyen daha doğrusu ait olduğu vatana, topraklara bire bir benzeyen bir BEŞİKTAŞ var bağrımızda.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yükselişi ve ATA’mızın ölümüyle beraber başlayan ve günümüze dek hızını arttırarak süren bir talan ve yokoluş durumu ortadadır. Bunu incelemek ve detaylarıyla anlatmak günler sürebilir ama tarihin ucundan, kenarından haberi olan herkes dünü ve bugünü gayet rahat analiz edebilir.

BEŞİKTAŞ’ımızın da kuruluşu, yükselişi ve SEBA’nın gidişiyle beraber başlayan ve günümüze dek hızını arttırarak süren bir talanı, başkalaştırılması ortadadır. ÇARŞI RUHU’nun da nasıl zirveye çıktığı ve bugün yozlaştığı ortadadır.

Bunların, yani TÜRKİYE, BEŞİKTAŞ ve ÇARŞI RUHU’nun temelinde yatan ortak sorun ise sonra ki kuşakların kuruluş aşamasındaki ruh halini bilmemesi, irdelememesi ve benimsememesidir.

TÜRK insanı da, BEŞİKTAŞ’lı da, “ÇARŞI RUHU bende var” iddiasındaki herkes de şunu açık yüreklilikle yapabilmeli.

-nasıl varolduk ?
-nasıl bu hale geldik ?

yanlışları, hataları ve ihanetleri ayırt edip, tüm samimiyetimizle yeniden başlarsak herşey olur. ÇARŞI RUHU’nu yaratanlar bundan 30 sene evvel nasıl birbirlerine bağlıydılarsa bugün neden 100-200 kişinin içinde 3-5-10 farklı oluşum olduğu açıklanmalı !

“SADECE BEŞİKTAŞ” gibi iki kelimelik bir cümle ve hayatın içindedir KURULUŞUMUZ-KURTULUŞUMUZ. Kötünün yanında olmak, gücünden korkmak değildir BEŞİKTAŞ’lılık yada ÇARŞI ruhu. ÇARŞI grubunun kurucularından dinledik, zamanında dayak yemekten, vurulmadan korkmadan SADECE BEŞİKTAŞ için girdikleri mücadeleleri. Eğer onlarda şimdi ki bir sürü genç gibi dayak yemekten korkup, güçlülerin yanında olsalardı şimdi atkısını, şapkasını taktığınız ÇARŞI olmayacaktı !

BEŞİKTAŞLI GÜÇLÜNÜN DEĞİL HAKLININ YANINDA OLMALI !
BEŞİKTAŞLI IŞILDAYAN SÜSLÜ YILDIZLARIN DEĞİL KENDİ BAĞRINDAN ÇIKACAK KARTALLARIN YANINDA OLMALI !
BEŞİKTAŞLI SÜREKLİ BİRİLERİNDEN HAREKET BEKLEYEN DEĞİL, HAREKET YARATABİLEN OLMALI !
BEŞİKTAŞLI BEŞİKTAŞ’INI SERMAYENİN KUCAĞINA ATMAMALI, KARŞISINDA OLMALI !

Metin-Ali-Feyyaz’lı efsane kadro zamanında da paralar havada uçuşuyor ve futbolcular kaçırılıyordu ama BEŞİKTAŞ müsaade etmedikçe bizim olana kimse yan gözle bakamazdı. Bu parayla olan bir şey değildi. Şimdilerde ağızlarda sakız olan BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU dillendirilmez, sergilenirdi.

BAZEN SEVİNÇ, PASO KEDER, BEŞİKTAŞLI OLMAK YETER !

Diyebiliyorsak pervasız ve umarsızca

ÖZKAYNAK GELENEĞİMİZDİR, GELECEĞİMİZDİR !

Diyebiliyorsak yürekten, tüm samimiyetimizle

SADECE BEŞİKTAŞ

Diyebilecek kadar seviyor ve özlüyorsak

İlk iş BEŞİKTAŞ ve ÇARŞI’nın kuruluşu ve bugünü arasında tüm araştırmaları yapmalı ve nasıl BEŞİKTAŞ, ÇARŞI olunmuşsa o gün ki ruh hali bilinmeli, irdelenmeli ve benimsenmelidir.

Eğer bunu başarabilirsek schuster gitmiş, terim gelmiş çok da önemli değil. Biz BEŞİKTAŞ gibi BEŞİKTAŞ olabilirsek, biz ÇARŞI ruhunu temizlik maddesi değil, iliklere kadar işlenmiş bir BEŞİKTAŞLILIK resmi olduğunu gösterebilirsek, kralı da gelse mabedimize, diz çöker, bayrağı öper, biat eder ve BEŞİKTAŞ herkese, her şeye rağmen bildiğimiz, sevdiğimiz, taptığımız BEŞİKTAŞ olarak yoluna devam eder.

BEŞİKTAŞLI OLMAK YETER !
SADECE BEŞİKTAŞ !